Poetry
Nedim Türfent
Feature Poet
Poets
Pek-êng Koa
Harold Legaspi
Helena Spyrou
Nedim Türfent
Theodora Vagioti
Ioana Vintilă
YAŞAMAK NE OLA Kİ?
I
toprağın gamzesinde ana kokusudur yaşamak
yârin bağdaş kuran dizlerine baş koymaktır
yüzünde sevdiğinin diz izidir
hanidir yoksun
bir çocuğun gözlerine heceleyerek bakmaktır
giderayak
bir bebenin yanaklarından makas almaktır
kadife kadife.
yaşamak buna benzer bazen
yaşamak ne ola ki
II
sol memenin üstü taziye nedeniyle kapalı iken
sürgit
ülkenin kirpikleri yaşlı iken
pınar pınar
için için yanmaktır güvercinlere güllere
yana yakıla
kulaklarının eşiğinde siren sesleri var iken
uluorta
dövüle dövüle kimlik bilinci edinmektir
biber gazı toma
yaşam bunu gerektirir bazen de
yaşamak ne ola ki
III
yaşamak vazgeçmektir
sıkılı bir yumruk gibi
kuzu postuna bürünmektir
kadifeler halinde
emek vermektir boncuk boncuk
koltuk altların halka halka
haykırmaktır suskunluk resitalinde
feryat figan
laf aramızda barikat örmektir
deste düzine
çirkinlik dudak dudağa verdiği yerde
haddinden fazla
kaşla göz arasında
sine-i millete dönmektir yaşamak
filhalika
yaşamak cesaret işidir biraz
yaşamak ne ola ki?
gözlerinin çapağını silmeden gülebilmektir
gülmeyi bilmektir yaşamak, güle oynaya
bir ibadetin vecibelerini yerine getirircesine sevebilmektir
sevmeyi bilmektir yaşamak, öylesine ölesiye
her soluğun arasına bir virgül koyarak nefes alabilmektir
nefes almayı bilmektir yaşamak, ayıla bayıla
başını iki elinin arasına alıp düşünebilmektir
düşünmeyi bilmektir yaşamak, düşe kalka
yaka silktiren nemrutlara karşı kavga edebilmektir
kavga etmeyi bilmektir yaşamak, bile isteye
yaşamak direniş işidir biraz da
yaşamak ne ola ki?
Tarih: Ekim 2020
Yer: A-44
WHAT DOES IT LOOK LIKE TO LIVE?
I
living is a mother’s scent on the dimple of soil
is resting your head in your lover’s lap
is the mark of her knee on your face
you are already absent
it is looking at a child ‘s eye closely
at the last moment
tweaking the cheek of a baby
as softly as silk.
living sometimes looks like this
what does it look like to live
II
meanwhile my heart was closed due to condolences
endlessly
the eyelashes of the country are wet with tears
like a spring
this is burning for pigeons and roses
moaning
while there are sirens on the edges of our ears
openly
this is getting our identity from being beaten and beaten
capsicum spray anti-riot water-cannon vehicles
life sometimes means dealing with that
what does it look like to live
III
living is giving up
is a tight fist
clothed in lamb skin
looking like velvet
is slaving drop by drop
under your armpits are rings and rings
is yelling at the recital of silence
and moaning
between you and me is building a barricade
a handful of dozens
where the ugliness is cheek by jowl
too much
in the blink of an eye
living is returning to the salt of the earth
in fact
to a degree living is the act of courage
what does it look like to live?
It’s being able to laugh by leaving the sleep in your eye
it’s knowing how to laugh, joyfully
it’s being able to love as if acting out worship
living is knowing how to love to death
it’s being able to breathe by putting a comma between
each breath
living is knowing how to breathe, head over heels
it’s being able to think by holding your head in your hands
living is know how to think, by fits and starts
it’s being able to fight fed up against tyrants
living is knowing how to fight, with purpose and will
living is an act of resisting, kind of
what does it look like to live?
Date: October 2020
Place (Cell Number): A-44
Translated by Hidayet Ceylan and Matt Hetherington
BİZİM TOPRAKLAR…
esamesi okunmaz resmi tarih kitaplarında
adına güneş ülkesi denilir edebi metinlerde
oysa kan ve karanlık içindeydi
buram buram toprağı.
mezarsız ve kefensiz ölülerin diyarı
yangın yeriydi ormanları.
tarihten kesitler sunan Cizirî Botan ve Sur’a
kepçeler vuruyordu
şafak vakitlerinde!
haritanın kadükleştirilen hain yüzüydü!
analar yaşardı
tülbentleri süt beyazı
ser verip sır vermezlerdi,
yüzükoyun yere kapaklansalar da.
cansız bedenleri
anadan doğma teşhir de edilse,
kendi kadim dillerini dokuyorlardı
toprağın rahmine…
hiç kabuk bağlamazdı yaraları anaların
hep tuz biber!
kurşun yaraları
veyahut şarapnel izi vardı
yeniyetme çocukların bağrında.
ötekinin bir ayağı çukurda
diğeri mayınla uçurulmuş!
paramparça yaşamlar
boynundaki izler deq* değil
butdipçik izi!
gıyabında veriliyor
ölüm fermanları,
peşin hüküm işbirlikçi!
vuran silahlı makineler
canevinden vurulan
gayri askeri insan!
adımbaşı kimlik kontrolü vardı
kime gam…
vurdular, ferman padişahındı!
bir gece ansızın gereği yapıldı!
dinibütün ananın körpe bebeğinin
ilk nefesi kursağında kaldı…
bir başka kentte
ablasının kucağında yere saçıldı +
bir başka minik beden…
bir başkası anasının karnında
tanıştı kurşunla!
vurulamayan hapsediliyordu
ölümün kutsandığı
yaşamların baharlarında bittiği
yedi düvelin düşman kesildiği ülkeydi!
açlığın sefaletin kol gezdiği!
kadınların anbean vurulduğu
insanlık abidelerinin derdest edildiği
vicdanların perhizde olduğu
adaletin yosun tuttuğu ülkeydi!
belki de iç içe geçmiş iki ülkeydi
bir tarafı kan, berikisi karanlık
buna benzerdi ülkenin şiiri…
*Deq: Dövme
Tarih: 19.09.2017
Yer: A-49
OUR LAND…
There’s not trace of it in their official histories
In literature, it’s called ‘The Country of the Sun’
But its soil is rich
in darkness and blood.
It’s the land of corpses without grave or shroud
And its forests were set alight.
Ciziri Botan and Sur give us layers of history
but were thrown into handcuffs
at dawn!
They called us traitors, tarnishing the land!
Dry-handed mothers
were living there,
their thin scarves were milky white,
and they shut their mouths tight in their heads
though their faces fell flat on the ground.
Even though their lifeless bodies
were stripped naked,
were weaving their ancient language
into the womb of the earth,
the wounds of the mothers stayed open.
Always pouring salt!
There were bullet wounds
and shrapnel-scars
in the chests of teenagers.
One foot in the grave,
another blown off by a land mine!
Shattered lives are
an everyday thing.
They’ve had it up to here.
The scars on her neck are not tattoos,
they’re from rifle butts!
The death-warrants were
made in absentia
Pre-emption is the collaborator!
The ones who shoot are the machines,
the ones who are shot from their lives
are ‘un-milatarist’ humans!
There are ID-checks on every corner…
who cares?
They shoot them like it’s a royal decree!
One night out of the blue the deed is done,
and even a new-born baby’s first breath
to a faithful mother is locked in the chest…
In another city
another tiny body
is blown out of his sister’s arms.
Another one gets used to bullets
in his mother’s womb!
Those who can’t shoot are jailed.
It’s the land where death is blessed.
Their lives are over in their spring time,
and the world’s great powers become the enemy.
It’s the land where hunger and poverty are looming,
where women are shot anytime at all,
where the treasures of great humans are ruined,
where conscience is on a diet,
where justice is mouldy.
Maybe it’s a double-country intertwined
One side is blood, the other is darkness
The poem of the country looks like this…
*Deq means tattoo in Kurdish and Dövme in Turkish
Date: 19.09.2017
Place (The Cell Number): A-49
Translated by Hidayet Ceylan and Matt Hetherington
(G)ÖZÜNE TUTKUN
şimdi bağbozumu diyarında
yürüyüşüm kalbine,
zamansız çiseleyen göz pınarlarına.
bir mezar kadar dilsiz ağzına,
buğulu gözlerimle
karıncalı gökyüzüne…
sanadır yürüyüşüm
belirsizleşen
dokunaklı bakışlarına…
fersah fersah yürüyüşüm
yüzüne senin
aşkın yüzüne
şimdi göz kalemlerinin değemediği
en sürmesiz sözcüklerle
anlatmak isterim seni
ve sana dair yürüyüşümü
dağların gülen yüzüne
dağların güzel yüzüne…
öyle çarçuretmeden sözlerimi
kuşandığım kalemimle kapındayım…
yegane meziyeti
yalınca anlatabilmektir seni.
sükut-u hayal etme beni,
cennetimi kül eyleme,
sensizliğe mahkum bu kafeste
gözüne tutkunum
özüne tutkunum…
yüreğimin kara kutusu
bilmiyor musun?
aşkın pinhan harcı
gözlerinin ferinde filizlenmiş
kapama gözlerini…
derin bir vadidir meltemli gözlerin,
aksana düşlerimin pınarına…
baksana, kalbi pak,
kanatları körpe körpe
masal kuşları tünemiş
su katılmamış siyah perçemlerine…
şimdi günler birbirinin ikizi
biteviye karanlık!
karanlıkların nasırına bastın,
ışık saçtın
dipsiz kör kuyulara.
şimdi gamzende biriken güneş ışınlarıyla
gürültü koparıyorsun
yüreğimin katmanlarında
ve illegal boylarında
titreşimli hayatımın…
şimdi son demde
bana hacet yüreğinle
cemrenin toprağa dokunuşuyla geldin!
dedim ya dün geceki rüyamda
yüksek perdeli sözlerim vardı
lakin
ağzımın muslukları kurudu,
paslandı.
dilimde tüy bitti!
yürüyüşüm tecritte olsa da
hatta kaplumbağa hızında olsa da
olsun yürüyüşüm gözünedir
özünedir ya
mavi umutlarım
mucize dergahında nöbete dursun…
Tarih : 20.04.2017
Yer: Van T Tipi Kapalı Cezaevi, C-9/2
STUCK ON YOUR ‘I’
now in autumn lands
i walk towards your heart,
to your untimely tears.
to your gravely silent mouth,
with my misty eyes
to the blurred sky…
i walk toward you
to your distant
tender gaze…
my long long walk
is toward your face
towards the face of love.
now i would like to tell you
with un-madeup words
what mascara can’t reach
and i walk toward you
toward the smiling face of the mountains
toward the beautiful face of the mountains…
without frittering my words away
i am at your doorstep with a ready pen…
the sole virtue of this
is to be able to describe you.
don’t stop dreaming about me,
don’t change my heaven into dust,
in this cage where i am sentenced without you.
i yearn for your eyes
i long for your true self…
oh black box of my heart,
don’t you know all this?
this hidden mixture of love
comes to life in the light of your eyes.
do not close your eyes…
your eyes are a breeze through a deep valley
please flow to the spring of my dreams…
look! fairytale birds
whose hearts are fresh
and with new-born wings
are perched on your pure black fringe…
now the days are twins of each other
and constant darkness!
you trod on my dark wound,
you radiated light
to my bottomless blind well.
now with sunlight gathered in your dimples
you are starting a racket
in the layers of my heart
and along the illegal road of
my pulsating life…
now in the final moment
you reached me with a necessary heart
and the warmth of spring touched the soil!
as i said in my dream last night
i had high-pitched words
yet
the spring of my mouth was dry
and got rusty.
i’ve said this a million times!
even though i walk in solitude
as slow as a turtle
that’s alright, my walk is toward your eyes
is towards your core
let my blue hopes
be a guard of your wondrous temple…
Date: 20.04.2017
Place: Van T Type Special Prison, C-9/2
Translated by Hidayet Ceylan and Matt Hetherington
BİLMEZ MİSİN ÇOCUK?
bu hüzün mevsiminin son dönemecinde
ilk kez
sahiden, ilk kez yazmamak için direniyorum!
parmaklarımın ucuyla tuttuğum kalemim
sonunda yendi beni
ve sözünü sakınmadan
sıkılmadan
mikrofonu kapıyor.
tüm o kavga dövüşlerim nafile
o iflah olmaz çocuk
o baş belası
o diş ağrısı
bir yolunu buldu
ve bastı mührünü, damgasını…
hitabım sanadır hınzır çocuk!
şimdi bedenim yorgun
solgun ve durağan.
saklı tuttuklarım uluorta
çorak yeryüzünde, çölde
ayaz gökyüzünde
sabah güneşinin ilk şavkında
ve ben kanadı kırık zindan kuşu
çırpınıyorum, beyhude!
düşlerimin mahremiyetini
tedavülden kaldıran sen çocuk,
semayı sevdanın üç rengine boyasan da
hatta hakikatimi tırnaklarınla
betona kazısan da,
kabul görmez o saf düşler
bu kurtlar sofrasında!
gayem elbette olanaksız kılmak
değildir düşlerimi.
ama ve lakin
bilmez misin çocuk
düş düşmanını?
eli kulağında bekliyor
kırılmasını düşlerimin…
korku ve kaygılarım ondandır
bir hınzırın kılavuzluğuna.
bilmez misin çocuk?
cenneti anlamanın parolası
yaşamaktır aslında.
bilmez misin çocuk
düşlerin yegane hakikatini?
musalla taşına yatırsan da beni
çırılçıplak,
yoluma ışık tutacak olan
yine de gizemli düşün ta kendisidir.
bilmez misin çocuk
düşlere tutkumu, sevdamı,
kuşkusuz o amansız sevda
sırf düşün cazibesinden değildir
sevdanın özü, yaşama geçme ihtimalinedir…
sen asi çocuk
söz dinlemez muzır çocuk!
sen çocuk
amacın düşüme düşük yaptırmaksa
zinhar
düşten düşmeyeceğim.
Tarih:26.08.2017
Yer:A-49
DON’T YOU KNOW BOY?
in the last turning of this sad season
it’s the first time
I resist not writing, the first time!
the pen i hold with my finger-tips
beat me in the end
and grabbing the microphone without
mincing my words
or being scared.
all my fights and battles are useless
that shameless boy
that toothache
that troublemaker
found a way out
and left hıs mark, his stamp…
i’m talking to you, pig-boy!
now my body is tired
pale and still.
my hidden secrets are everywhere
in the barren soil, in the desert
in the cold, windy sky
in the first gleam of the morning sun
and i’m a broken-winged prison-bird
flailing around, futile!
you, the boy, who put an end to
the secrecy of my dreams,
even if you paint the sky with three love-colours
even if you engrave my truth
into the concrete with your finger nails,
these pure dreams don’t get recognised
in this dog-eat-dog world!
of course my aim is not to make
my dreams impossible.
but
don’t you know, boy,
what the enemy of dreams is?
It’s waiting around the corner for
mine to be crushed…
these are the reasons for my fears and anxieties
about the guidance of this pig
don’t you know, boy?
the password to understanding paradise
is, in fact, to live.
don’t you know, boy
the sole truth of dreams?
even if i were laid to rest
bare naked,
what throws light on my path
is still the mystic dream itself.
don’t you know, boy
my passion and love for dreams?
certainly that incurable love
isn’t only for the dream itself
but for the core of love, to make it real…
you, rebel boy
stubborn, evil boy!
you, boy
if your aim is to terminate my dream
i will never ever
terminate my dreaming.
Date:26.08.2017
Prison Cell Number:A-49
Translated by Hidayet Ceylan and Matt Hetherington
Nedim Türfent is a poet, journalist and editor at https://bianet.org. His first poetry book Bird Mirror was published in Turkey in 2021 and in 2022, his book of poems and writings Über Mauern was published in Germany. He is an honorary member of PEN Melbourne.
Hidayet Ceylan’s poems have been published bilingually in various anthologies, magazines and newspapers in the USA, Turkey and Australia. He is the author of Transformation to Human, poetry collection (YOL publishing, 2011).
Matt Hetherington is a writer, music-maker, and moderately immoderate self-moderator. He has been writing poetry for over 30 years, and his sixth collection, ‘Kaleidoscopes’, was published by Recent Work Press in September 2020. Current Inspirations are: raw garlic, vinyl played very loud through big black speakers, and the Corpse Pose.